Sultan Abdülaziz’in sebebi hâlâ çözülememiş olan esrarengiz ölümünden ve Sultan V Murad’ın iki ay kadar süren kısa saltanatından sonra, Sultan II. Abdülhamid Osmanlı Devletinin Padişahı ve -tamamının olmazsa bile- dünya Müslümanlarının Halifesi oldu(1876).
Sultan Abdülhamid, sadece kendinden önceki dönemlerden intikal eden ekonomik güçlüklerle değil; aynı zamanda “Doksan üç Harbi’nin (1877-78 Rus harbi) meydana getirdiği dış baskılarla karşı karşıya kaldı. Aslında, savaşa taraftar olmayan Abdülhamid, İngiltere’nin devamlı tesiri altında olan Sadrazam/Başbakan Mithat Paşa’nın zoruyla Rus harbine sokulmuştur. Yoksa, ekonomik, sosyal ve askeri bakımdan bir çok güçlüklerle karşı karşıya olan Osmanlı Devleti’nin bu şekilde savaşa katılması, akıl kârı değildi. Nitekim Sultan Abdülhamid, savaşa taraftar olmadığını Hatıratında şöyle belirtiyor:
“Ben daima harbin aleyhinde bulundum. Bundan sonra gelecek birader ve oğullarıma nasihat ederim ki artık, uzun, kısa muharebelerle uğraşmasınlar. Bir kerre daha demiştim: Galibiyetle biten harpler de mağlubiyetle neticelenenler kadar milleti yorar. “Şan ve şeref gibi şeyler, her tarafı ma’mûr ve hâl-u istikbâli emin memleketlerde hoş görülür. Harabelerde aç ve çıplak dolaşanların şan-u şeref iddiasında bulunmaları ve şanu şeref peşinde koşmaları kadar hem gülünç, hem feci bir şey yoktur.”
İşte, Osmanlı Devletinin o günkü durumunda savaşa tahammülü olmadığını bilen yeni Sultan, iktidarının daha başında iken, kendisini savaşa sokan ve Rusların Yeşilköy’e kadar gelmelerine sebep olan Mithat Paşa’yı Başbakanlıktan almayı, Devletinin selâmeti için gerekli gördüğünden onu hem Başbakanlıktan aldı, hem de devletin uzak bir yerine sürdü. Nitekim bu savaştan bir tek devlet kârlı çıktı: İngiltere! İngiltere, Rusları Yeşilköy’de durmaya zorlayarak(!) Kıbrıs’ı Osmanlı Devletinden kopardı ki, bunun baş müsebbibi de Mithat Paşa idi.
Abdülhamid, sadece Mithat Paşa’yı görevden almakla kalmadı. Aynı zamanda onun, Belçika Anayasasına dayanarak2 hazırlayıp, 22 Şaban 1292/9 Eylül 1876 günü takdim ederek kabul ettirdiği Anayasayı da geçici olarak yürürlükten kaldırdı. Kaynaklardan anlaşıldığına göre,3 Mithat Paşa, 1876 Anayasasını hazırlarken, Osmanlı Devlet adamlarından ziyade İngilizlerle istişare ettiğinden, batılılardan mülhem olan bu anayasanın birçok maddesi Sultan Abdülhamid tarafından metinden çıkartılmıştır. Abdülhamid’in kabul etmeyip metinden çıkarttığı maddelerden bir kaç tanesi, onun daha o zamanki temayülünü ve Mithat Paşa’ya ters düşen taraflarını gösterir ki, dış politikası bakımından önem arz eder. Anayasa metninden çıkartılan bir maddenin muhtevası şu şekildeydi:
“Avrupa birliği içinde yer alan Türkiye’nin, kendini Avrupa devletlerine benzetip, onların metotlarını uygulaması ve onların anayasal rejimlerine uyması lâzımdır. Sert ve örfî kanunları da nazar-ı itibara alarak, onların hükümet şeklini kabul ettiğimizi ilân ederiz.”Yukarıdaki satırları okuyunca, insan Türkiye’nin bugünkü AB’ye girmek için yaptığı mücâdeleyi, ve bu uğurda vermeye çalıştığı tavizleri daha da iyi anlıyor. Yüz küsur sene önce Mithat Paşa, “Avrupa devletlerine benzemeyi, onların anayasal rejimlerine uymayı” lâzım görüyor. Üstelik Şer’î ve örfî kanunlar da buna âlet edilmek isteniyor. Mithat Paşa, tahayyül ettiği ve Şam’da vali iken olgunlaştırdığı “Arap Krallığı” fikrim, Başbakan olur olmaz tatbikat sahasına koymak istedi. Ne var ki Abdülhamid onun için bir engel teşkil ediyordu. Bu engeli ortadan kaldırmak için Mithat Paşa’nın neler düşündüğü hakkında, Fransa’nın İstanbul Sefiri tarafından Paris’e çekilen 6 Şubat 1877 tarihli telgrafta şöyle denilmektedir: “…Elde ettiğim çok ciddi bilgilere dayanarak söyleyebilirim ki Sultan, Mithat Paşa’nın siyasî iktidarını eline geçirip, kendisini pasif bir Halife halinde, siyasi işlere karışmayıp, sadece dinî meselelerle meşgul bir hâle getirmek ve Devletin tek hâkimi bir diktatör olmak için bazı entrikalar çevirmek üzere olduğunu, gizli polisi vasıtasıyla öğrenince onu Başbakanlıktan azledip yurt dışına sürdü.” Sultan Abdülhamid, sıkıyönetim ilân edip, Mithat Paşa’yı yurt dışına (Arabistan’da Taife) sürünce, geçici olarak yürürlükten kaldırdığı Anayasanın 113. maddesine dayanıyordu ki adı geçen madde şu şekildedir: “Yüz on üçüncü madde: Mülkün bir cihetinde ihtilâl zuhûr edeceğini müeyyid asâr ve emârât görüldüğü hâlde, Hükû¬ met-i Seniyye’nin o mahalle mahsus olmak üzere muvakkaten “idâre-i örfiye” ilânına hakkı vardır, İdâre-i örfiye, kavânîn ve nizâmât-ı mülkiyyenin muvakkaten ta’tilinden ibaret olup, idârei örfiye tahtında bulunan mahallin sûret-i idaresi, nizâm-ı mahsus ile tayin olunacaktır. Hükümetin emniyetini ihlâl ettikleri, idâre-i zabıtanın tahkikât-ı mevsûkası üzerine sabit olanları, memâlik-i mahrûsa-ı şahaneden ihraç ve teb’id etmek münhasıran Zat-ı Hazret-i Padişahî’nin yed-i iktidarındadır.”
İlk yorum yapan siz olun