Bizi yükselten, dinimize karşı duyduğumuz büyük aşktır.’
Sultan II. Abdülhamid
Ne oluyoruz? Danimarka, derken Norveç, Almanya ve Fransa… Şu karikatür kuşatmasından bahsediyorum. Kaç gündür sabah akşam bu haberlerle dertleniyoruz. Bazı yazarlarımız Danimarka mallarını külliyen boykot çağrısı dahi yaptılar. (1)
Avrupa canibinden esen bu üzücü haberleri işitip de Sultan Abdülhamid’i anmamak mümkün mü? Devletin en müşkil anlarında bile Düvel-i Muazzama’nın idarecilerine sözünü geçirebilen ve İslamiyet hakkında kalem oynatır veya tiyatroda bir eser sahneye koyarken dinî değerlerimize karşı daha itinalı olmalarını sağlayan bir derin hassasiyetin değişmez adresiydi Halife hazretleri.
Sultan II. Abdülhamid Han denilince, Fransa, İngiltere, İtalya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde Peygamber Efendimiz (sav) aleyhinde bir piyes oynanacagını haber alınca, engellenmesi için çok etkin diplomatik girişimlerde bulunan ve sonuç almasını da bilen bir padişahın, bir devlet adamının uyanık bilinci yanında, bir büyük Müslüman’ın hassas ruhuyla da karşı karşıya olduğumuzu unutmamamız gerekiyor. Özellikle Paris Büyükelçisi Esad Paşa ile Salih Münir Paşa’nın çabalarını hatırlatmakta yarar var. (2)
İşte Abdülhamid Han’ın Peygamber Efendimiz’in (sav) ve ecdadının haklarını, hem de şu Yıldız Sarayı’ndan dışarıya adımını atmadan nasıl savunduğuna ilişkin birkaç ibretâmiz olay. (3) Okuyalım ve
üzerinde düşünelim.
Yıllardan 1890’dır. Fransız akademisi üyelerinden Marki de Bonnier, “Muhammed” adlı bir dram yazarak Comedie Français’e teslim etmiştir ve alınan haberlere göre oyunun provaları başlamak üzeredir. Sahnede bir aktör Hz. Peygamber rolüne çıkacaktır. Oyunun Efendimiz’in manevî şahsiyetini, dolayısıyla İslam dinini ve Müslümanları küçük düşüren hakaretamiz bölümler ihtiva ettiği haberleri Abdülhamid’i “Halife-i Müslimîn” sorumluluğuyla derhal harekete geçirecek ve yalnız o tiyatroda değil, bütün Fransa’da sahnelenmesini engelleyecektir oyunun. Nasıl mı? Fransa Cumhurbaşkanı Sadi Carnot’ya Paris Sefiri Salih Münir Paşa eliyle haber uçurarak. Tabii Carnot Cenaplarına, İslamiyet’e yaptığı bu mühim hizmet karşılığında bir Nişan-ı İmtiyaz takdim edildiğini söylememe gerek yok.
Yazışmaların başlığı, “Hz. Muhammed aleyhisselatü vesselam hazretlerinin nânevi kudsiyelerine karşı tertip olunan oyuna dair”dir. Bu başlık bile aslında maksadın sanat olmadığına, gerçek bir “oyun”la karşı karşıya bulunulduğuna işaret etmektedir. Fransa’nın İstanbul Büyükelçisi Kont Montbella aracılığıyla Fransa hükümetine sert uyarılarda bulunan Sultan Abdülhamid, oyunun sahneye konulması halinde Osmanlı-Fransız ilişkilerinin biteceği ültimatomunu göndermişti. (4)
Diplomatik tehditler Fransa’da işe yaramıştı ama bakalım diğer ülkelerde nasıl sonuç verecekti?
Ancak de Bonnier de işin peşini bırakmaya niyetli değildir. Bu defa eserini Abdülhamid’in diş geçiremeyeceğini tahmin ettiği, devrin ABD’si olan İngiltere’de oynatmak için girişimde bulunur. Ne var ki, Irving adlı bir aktörle anlaşmış olmasına, bir nevi devlet tiyatrosu olan Lyceum Kraliyet Tiyatrosu’nda oynanması kararlaştırılmasına rağmen, Abdülhamid’in müdahalesinden kurtulamaz. Bu defa diplomatik kanallardan bizzat İngiltere’nin ılımlı Dışişleri Bakanı Lord Salisbury devreye sokularak piyesin yalnız o tiyatroda değil, bütün İngiltere’de oynanması yasaklanır.
Sultan Abdülhamid-Marki de Bonnier kovalamacasının böylece noktalanmış olduğunu sanıyorsanız aldanıyorsunuz. Çünkü bu işin bir de üçüncü raundu var.
Bu defa 3 yıl sonrasındayız. Devir değişmiş, Lord Salisbury gitmiş, yerine bir başka Lord, İslamiyet’e daha mesafeli duran Roserbery geçmiştir. Bunun üzerine Marki de Bonnier yeniden atağa kalkar ve bir başka Londra tiyatrosuyla anlaşır. Ancak bu defa da eserini sahneye koydurmayı başaramayacaktır. Velhasıl Abdülhamid’in mahir diplomasisi, bu mel’anetin icrasına müsaade etmeyecektir. Nitekim 1900 yılında Paris’te oynanmak istenen Muhammed’in Cenneti adlı bir başka piyesin ancak ismi ve muhtevası değiştirilerek sahneye konulur hale getirilmesi de onun ince diplomatik girişimlerinin eseridir.
Keza Roma’da oynatılmak istenen Fatih Sultan Mehmed üzerine bir piyes de, Osmanoğullarının küçük düşürüleceği gerekçesiyle yasaklatılmıştır. İşin ilginç yanı, kendi gücünün yetmediği durumda yakın dostu Alman İmparatoru Wilhelm’i devreye sokarak bunu başarmasıdır. Yasaklama olayını haber veren 15 Nisan 1890 tarihli bir İtalyan gazetesi (Capitan Fracassa) aynen şunları yazmaktaydı: “Bu dramın sahneleneceği haberi üzerine, Sultan [Abdülhamid adeta], kendisine, bir Rus filosunun Boğaziçi’ne doğru hareket halinde bulunduğu bildirilmiş gibi, heyecana kapıldı. İmparator Wilhelm de [konuyla] ilgilenmiş göründü.”
Hatta 1893 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde sahneye konulan ve İslam Peygamberi’nin hayatını
olduğundan farklı gösteren Muhammed adlı tiyatro oyunu da, (yazarının De Bonnier olup olmadığına dair
sarih bir bilgimiz yok ama tarihler aynı oyun oldugu fikrine götürüyor bizi) Sultan Abdülhamid’in ABD Elçisi
Alexander W. Terrell ile yaptıgı özel görüsmeden sonra, federal hükümetin yetkisi dahilinde olmamasına
rağmen, bizzat Başkan Crover Cleveland’ın girişimleriyle sahneden kaldırılmıştır.(5) Müdahalenin Amerika
ayağında ise Osmanlı’nın Washington sefiri Mavroyani bulunuyordu.
Abdülhamid Han’ın sevgili Peygamberine, İslamiyet’e ve ecdâdına yönelik küçük düşürücü tavırlara karşı, güçlü Batılı devletleri karşısına alma pahasına, müsamahasız, tavizsiz ve kararlı tutumu kısa sürede etkisini göstermiş ve tiyatrolar İslamiyet’le ilgili eserleri daha bir titizlikle seçer olmuşlardır. Sonuçta gerek Fransa’da, gerekse İngiltere ve İtalya’da, hatta İngiliz işgali altında bulunan Hindistan’da (6) Peygamber Efendimiz ve Osmanlı padişahlarına yönelik bu tür hakaret içeren eserlerin sahnelenmemesi yolunda bir gelenek oluşmuştur. Nitekim Avrupalı bürokratların Osmanlı’nın hassasiyetini nazar-ı dikkate aldıklarını ve basını da zaman zaman uyardıklarını görüyoruz. Bu da Abdülhamid’in iktidar ve nüfuzunun sadece içeride ve sadece İslam âleminde değil, Avrupa’da da oldukça yüksek olduğunu gösteriyor.
Bir piyes için koca Alman İmparatoru II. Wilhelm’i bile devreye soktuğuna bakılırsa onun bu işleri ne kadar ciddiye aldığı ve aldırdığı rahatlıkla anlaşılır. Aleyhteki propagandasına son vermek için bir ara İngiltere’nin ünlü “The Times” gazetesini satın almaya dahi kalkıştığı söylenir Sultan’ın. (7) Neden vazgeçtiğini bilmiyorum. Ama hiç de yabana atılacak bir fikir değil bence. Düşünsenize, “Times” gazetesi bizim olsaydı…
Mabeyn kâtiplerinden Tahsin Paşa’nın yalancısıyım. Sultan Hamid her sabah “Times”, “Temps”, “Kölnische Zeitung”, “Tribune”, “Standard” gibi İngilizce, Fransızca ve Almanca gazetelerin siyasî makalelerini günü gününe tercüme ettirip inceler, tepki verilmesi veya düzeltilmesi gereken haber ve yazıları işaretler ve bazı ünlü yerli ve yabancı yazarlara cevaplar yazdırarak o gazetelerde yayınlatırmış. Bununla da yetinmeyen propaganda üstadı Abdülhamid, Avrupa gazetelerinin temsilcilerini saraya çağırır, onlara iltifatlar edip hediyeler takdim ettikten sonra, çıkan haberlerin düzeltilmesini rica edermiş. İtiraz etmek ne mümkün! Birkaç gün sonra bakarmışsınız ki, o muhabirler aynı gazetede bu defa Osmanlı lehine haberler yazmışlar. (8)
Maalesef II. Abdülhamid’den sonra ne bu dinî hassasiyetler ortada kalmıştır, ne de uluslararası itibar ve
nüfuzumuz. Sadrazam Talat Paşa bile, iş işten geçip Sultan 1918 Şubat’ında ölünce, bir yakınma, ‘Tam
onun Avrupa hükümdarlarıyla alakasından ve hanedanlar üzerindeki nüfuzundan istifade edecegimiz bir
sırada öldü’, diye yazıklanacaktır.
Ne hazin bir itiraf! Ve İttihadcıların içine düştükleri zavallılığın derecesine bakın. Memleketi kurtaracağız
diye iç savaş çıkartarak tahtından indirdikleri bir adamdan, ellerine yüzlerine bulaştırıp devletin başkentini
dahi esarete duçar ettikten sonra adeta yılana sarılır gibi medet ummak, tam da onların çocukluklarına
yaraşır bir tavır değil mi?
Yine de sağ olsaydı, Sultan onları, hainler hariç, “gafil” evlatları olarak yeniden bağrına basmaya hazırdı.
İimdikiler ne yapıyor? Biliyorsunuz. Ve biz bu ümmetin onurunu korumak için didinmiş adama, şahsî iktidarı için diktatörlük yaptığı iftirasını savurmaya devam ediyoruz. Yahu Peygamberinin hakkını savunmanın şahsî iktidar tutkusuyla ne alakası var? Bilen varsa beri gelsin.
(1) Mesela Ali Bulaç, “Danimarka’yı boykot”, Zaman, 1 Şubat 2006.
(2) Bu konuda devrin Paris Sefiri olan Salih Münir Paşa’nın yazışmalarına bakınız. Mesela: Aziz Esenbel,
“Abdülhamid ile Paris Sefiri Salih Münir Pasa arasında gizli muhabere”, Tarih Dünyası, Sayı: 16, 1 Aralık
1950, s. 683-686; Sayı: 17, 15 Aralık 1950, s. 715-717; Sayı: 19,15 Ocak 1951, s. 820-821; ayrıca bkz.
Aziz Esenbel, “Kardeşinin kalemiyle Paris Sefiri Salih Münir Paşa”, Tarih Dünyası, Sayı: 15,15 Kasım
1950, s. 638-642. Salih Münir Paşanın ölümü vesilesiyle yazılan bir yazı için bkz. Galip Kemali
Söylemezoğlu, “Salih Münir Paşa”, Yedigün, Sayı: 309, 7 Şubat 1939, s. 12-13.
(3) Aşağıda zikredeceğim olaylar Ziyad Ebüzziya’nın V. Milletlerarası Türkoloji Kongresi’ne sunduğu ve
1988 yılında yayınlanan “II. Abdühamid’in dinî ve millî konulardaki hassasiyeti” başlıklı tebliğinin özeti
mahiyetindeki şu yazısından alınmıştır: “Sultan Hamid’in Avrupa’da oynanmasını yasaklattığı tiyatro
eserleri”, Türk Edebiyatı, Sayı: 150, Nisan 1986, s. 6-11.
(4) Ahmet Uçar, “II. Abdülhamit’in Avrupa sahnelerine müdahalesi: Dünyaya konan ambargo”, Tarih ve
Medeniyet, Sayı: 36, Ocak 1997.
(5) Çağrı Erhan, Türk-Amerikan ilişkilerinin Tarihsel Kökleri, Ankara 2001, İmge Kitabevi, s. 359.
(6) Ziyad Ebüzziya’nın tebliğinden nakleden: Cezmi Eraslan, Doğrulan ve Yanlışlarıyla Sultan II.
(7) Ziya Erkins, “Abdülhamidin kitap merakı”, Tarih Dünyası, Sayı: 32, 26 Ağustos 1952, s. 1278.
(8) Tahsin Paşa, Tahsin Paşa’nın Yıldız Hatıraları: Sultan Abdülhamid, 5. baskı, İstanbul 1999, Boğaziçi
Yayınları, s. 160. Ayrıca bkz. Ahmet Uçar, “II. Abdülhamid’in Avrupa sahnelerine müdahalesi: Dünyaya
konan ambargo”, Tarih ve Medeniyet, Sayı: 36, Ocak 1997. O yıllarda Amerika Sefirimiz Aleksandr
Mavroyani Bey’dir.
Mustafa ARMAĞAN-Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı
İlk yorum yapan siz olun