Son Sultan”adlı eserinde II. Abdülhamid’in hayatını işleyen Michel de Grece, Osmanlı İmparatorluğu ‘nun yıkılmasından esef duyduğunu belirtiyor. Ve Osmanlı’nın tarih sahnesini terketmesinden başlayarak günümüze kadar süregelen karışıklıklardan, Avrupa’nın büyüklerini, özellikle İngiltere’yi sorumlu tutuyor.
Michel de Grice’in Sultan Abdülhamid Han’ın gerçek hayat hikâyesini kaleme aldığı “Le Dernier Sultan” (Son Sultan) adlı eseri, Fransa’da Olivier Orhan Yayınevi tarafından basılarak satışa çıkarıldı.
“Poin de Vue” dergisi ile evinde görüşen Michel de Grice kendisini bu romanı yazmaya ilen sebepleri ve ilham kaynaklarını anlattı.
Michel de Grice, Danimarka’dan Yunanistan’a, Rusya’dan Fransa’ya kadar birçok meşhur kralla akrabalık bağları olan bir yazar. Şeceresini bin yıl öncesine kadar uzatabiliyor. Hayatı Paris’te, Amerika’nın keşfini sürdürdüğü New York’ta ve yaz aylarında eşi Prenses Morina ve iki kızıyla birlikte olduğu Patmos adasında geçiyor.
“Yerimde durmayı hiç sevmem. Seyahat tutkusuyla dünyaya gelmişim ben. Az bilinen yerlere gidiyor, arıyor, buluyorum” diyen Michel de Grice, keşif gezileri sırasında, bazen roman kahramanlarına tesadüf ettiğini vurguluyor.
“Poit de Vue” dergisinin bir mııhabirini evinde kabul eden yazar, son eseri ve bununla bağlantılı olarak II. Abdülhamid ve Osmanlı İmparatorluğu hakkındaki görüşlerini açıkladı. Son derece ilgi çekici olan bu mülakatın tercümesini sunuyoruz:
-Sayın De Grece! “Andronic Commene”, “Le Palais des larmes” (Gözyaşı sarayı) romanlarından sonra, “Le Dernier Sulian”ı yazdınız. Türkiye’ye olan hayranlığınız nereden ileri geliyor?
-Osmanlı sanatı ve medeniyetine büyük bir hayranlık duyduğumu burada belirtmek isterim. Ama sanırım Türkiye’de başka zenginlikler de var.
-Siz Yunan asıllısınız ama Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına üzülmüş gibisiniz. Bu, Türkiye ile Yunanistan arasında sürüp giden uyuşmazlıklar dikkate alınırsa oldukça şaşırtıcı değil mi?
-Şovenizmi sevmem. Bugün olmaması gereken bir şey bu. Hınç, öfke yaşatılmamalı. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasından esef duyuyorum. Çünkü Osmanlı imparatorluğu, dünyanın bu kesimini dengede tutan bir güç olmuştu. Ve sevilsin ya da sevilmesin. Osmanlı’nın çöküşünden beri Ortadoğu’daki çalkantılar durmak bilmiyor.
Bu biraz da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yok olmasının Avrupa’da yol açtığı meseleye benziyor. Yıkılışı Avrupa’da imparatorluğa dahil bölgeler ve kıtanın geri kalan kısmı için bir sıkıntı kaynağı oldu.
-Avrupa’daki büyük güçlere, özellikle İngiltere’ye karşı biraz hınç duyuyorsunuz. Bu güçlerin, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasından doğrudan doğruya sorumlu olduklarını mı düşünüyorsunuz?
-Kesinlikle, hiç şüphe yok!.. Bu sebeple Abdülhamid’in kaderinde yüreğimi sızlatan bir şey var. Onun hayatı, bir umutsuzluk hikâyesidir.
Genç adam tahta çıktığı zaman, oyunun kaybedildiğini ve imparatorluğun yıkılacağını anlar. Fakat müthiş bir mücadele örneği verir. O kadar ki, Avrupalı güçler, o tahtta kaldığı sürece imparatorluğu yok edemeyeceklerini düşünürler. Bu sebepledir ki onu devirmeye çabalamışlardır.
İmparatorluğun yıkılmasından hemen sonra İngiltere petrol kuyularına el atmıştır. Bu yüzyılın başında petrol, emperyalizm için en önemli konulardan biriydi.
“Le Dernier Sultan”da, sürükleyici olan, Sultan Abdülhamid’in şu veya bu yolla başardığı meseleler. Onun tahttan indirilmesiyle, “Pandora”nın kutusu” açılmışcasına felaketler yağıyor.
Türkiye huzur ülkesiydi
-Ermeniler ve Makedonyalılar’dan bahsederken, Sultan’a karşı hoşgörülü olduğunuzu düşünmüyor musunuz?
-Sultan Abdülhamid’in katliam olaylarından sorumlu olmadığına kesinlikle İnanıyorum. Kendisi mutlak hâkim olmakla birlikte, Merkez dışındaki bölgelerde düzeni sağlamakla görevlendirdiği kişiler onu dinlemediler.
Osmanlı İmparatorluğu’nda çeşitli ırk ve dinlere mensup insanlar huzur içinde, birarada yaşıyorlardı. Yahudi düşmanlığı yoktu. Yunanlıların, yani benim soydaşlarımın evleri vardı. Ermeniler rahattı ve çoğu da en güzel yerlerde ve sarayda yaşıyorlardı.
Ermeni olaylarından yabancı güçler de sorumludur. Bağımsızlık vaad ederek Ermeniler’i kışkırttılar. Bu, planlanmış bir umuttu. Önce kışkırtmak, sonra yalnız bırakıp, katliama terketmek… Bu hoşgörülemez. Ayrıca Sultan Ahdülha-mid döneminde Ermenistan’da olanlar, onun döneminden sonraki olaylarla kıyaslandığında hiç mesabesinde kalır.
-Eserinizde, Türkiye ile tarihi bağları çok sıkı olan Yununistan’dan fazla bahsetmiyorsunuz?
-Tarafsızlık endişesiyle olsa gerek, nalıncı keseri gibi hep kendimize yontmak istemedim. Fakat ailemin Sultan’la olan ilişkileri sıkıydı. Sultan büyükbabam Kral I. George ve Kraliçe Olga’nın düğünü vesilesiyle hediyeler göndermişti. Her yıl Rusya’ya giderken İstanbul’da duraklar ve Sultan’la görüşürlerdi. Bir gün Sultan, o sırada 20 yaşlarında olan büyükbabam Girit Valisi Prens George de Grece’den İstanbul’a geldiğini bildiren telgraf alır. Saray muhafızları eşliğinde bir saltanat arabası, büyükbabamı karşılamaya gider. Gemiden inenler arasında üç yaşında bir çocuk da vardır. Bu çocuk valinin en genç erkek kardeşi babam Christophe’dur. Babam Yıldız Sarayı’na götürülmüş ve orada Sultan Abdülhamid ile çay içmiş.
-Bu son eseriniz, daha bir roman özelliği taşıyan önceki eserlerinizden farklı. Edebi türünüzde değişiklik mi yaptınız?
-Hayır! Ancak Abdülhamid’in gerçek hayatı, hayali yendi. Herşeyden Önce Abdülhamid bize çok yakın bir şahsiyet. Çok sayıda delilimiz var. Hiç bir roman yazan bir tek kişinin etrafında dönen bunca cinayet, inkılâb, devlet darbesi ve dramı uyduramaz. Abdülhamid’ın hayatı gerçekten de romaneks unsurlarla dolu.
-Sultanla ilgilenmeye ne zaman başladınız?
-Kendimi bildim bileli gezerim. Bu gezilerimde çok ilginç bulduğum şahsiyetlerle karşılaşınca, onlar hakkında düşünme, yazma isteği uyanıyor içimde. Bana Sultan Abdülhamid’den bahseden ilk kişi bir Türk dostumdu. Daha sonra Yıldız Saray’ını gezdim. Burası öyle bir yerdi ki. Sultan hakkında söylenen her şeyin yanlış olduğuna beni inandırdı.
Bu sarayda yaşamış büyük bir insan bu şekilde tanınmamalıydı. Saray dediğim yer büyük bir park ve İçinde İrili ufaklı villalar mevcut. Abdülhamid Han, âdeta evlerle alay ediyordu. Gerçek tutkuları çiçekler ve kuşlardı.
-Uzun zamandır bu eser üzerinde çalışıyor musunuz?
-Evet. iki yıl oluyor. İşe zemin açısından çok zengin olan ABD’de başladım. Burada Osmanlı İmparatorluğu’nun fertleriyle tanıştım, ardından Türkiye’de araştırmalar yaptım. Bütün bu şeyler Abdülhamid’in bozulmuş, yapay ve propaganda amaçlı imajında gerçeği görmeme yardım ettiler.
-Eserinizde geçen Sultan Abdülhamid’in meşhur otobiyografik hatıralarını da araştırdınız mı?
-Evet. Fakat bunların birçoğunun doğru olduklarını sanmıyorum. Uzmanlarla tartışmak lâzım.
-Çağdaş Türkiye’nin Sultan Abdülhamid’in hatırasına çok bağlı olduğunu düşünüyor musunuz?
-Çok uzun süre Türk tarihçiler ekolü, Sultan Abdülhamid’i aşağılamaya çabaladı.. Gözden düşürdüğü insanlar, intikam alanlar, inkılâb yanlıları vesaire… Ama hiç olmazsa, ona itibarını İade edecek yeni bir eğilim ortaya çıkıyor.
(Çeviren: Hayrettin Turan – Tarih ve Medeniyet Dergisi – Şubat 1995 – sayı 12)